Ana içeriğe atla

Hüzünlü Bir Avrupa Şehri : Krakow

Kabul edelim ki Krakow, Avrupa'da gezilecek yerlerin başında gelmiyor hatta pek çoğumuz nerede olduğunu bile bilmiyor olabiliriz. Aslında eşimin işleri nedeniyle vizemi Polonya'dan almak zorunda kalmasaydım, bu şehir benim de listemde yer almayacaktı uzun bir süre. Ama neyse ki 3 günlüğüne de olsa bu  güzel ve hüzünlü şehri gezip görme fırsatım oldu.

Öncelikle Krakow'a gitmek istiyorsanız İstanbul ->Varşova ->Krakow aktarmasını göze almanız gerekiyor. Varşova-Krakow arasında bineceğiniz uçağın da pervaneli olma ihtimali çok yüksek bunlardan korkuyorsanız-ki korkmaya gerek yok-bir düşünün derim. Hava durumundan bahsedecek olursak, karasal iklim hakim olduğundan, gündüz sıcağına aldırmayın, güneş battıktan sonra hava bir hayli serin oluyor zira biz haziranın başlarında gittiysek de akşamları üşümekten kaçamadık.

Şimdi biraz da  Krakow'un güzelliklerinden  bahsetmeye başlayabilirim. Elbette her Avrupa şehri gibi Krakow'da da görülmesi gereken önemli tarihi yapılar var: St. Mary's Church, Sukiennece, St. Florian's Gate, Barbican, St Peter and Paul Church gibi..Bu güzel yapıları zaten şehri gezerken mutlaka göreceksinizdir ve Avrupa'nın en büyük meydanında bir tur atmadan zaten Krakow'dan dönmezsiniz.



Şehrin en önemli yapılarından biri olan St. Mary's Church 

Krakow tarih boyunca yaşadığı acıları bir şekilde size hissettiren hüzünlü bir şehir. Kasvetli denemese de karanlık bir tarafı var. Bu hüznü örtmeye her köşe başındaki sokak sanatçıları bile yetmiyor.

Krakow'da en sevdiğim şey ise doğayla iç içe oluşu oldu. Gerek şehir içi gerek şehir dışı, Krakow'da gördüğüm her yer yeşille barışıktı. Krakow'da geçirdiğim 3 gün boyunca yeşile doydum diyebilirim.

Gelelim benim en çok tavsiye edeceğim 2 önemli aktiviteye: Bunlardan biri Wieliczka Tuz madeni, bir diğeri de insanlık tarihinin en büyük utançlarından biri olan Auschwitz Nazi toplama kampı. Bu iki kültürel gezi için de  gününüzün yarısını ayırmanız gerekiyor. Size tavsiyem bir gün sabah grubu ile tuz madenine, bir gün de öğle grubu ile toplama kampına gitmeniz. Her iki gezi organizasyonu için konaklayacağınız otelden yardım alabilirsiniz. Sizi otelden alıp , rehber eşliğinde gezdirip sonra tekrar otele bırakan turları  tercih edin derim çünkü ikisi de lokasyon olarak şehrin dışında bulunuyor. Üstelik fiyatları da uygun.
Otel demişken, bizim otel tercihimiz eski şehir meydanına yaklaşık 900m uzaklıkta olan Colombus Otel oldu. Otelin odasını ve bulunduğu caddeyi çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim ama temizlik ve personelin ilgisi gerçekten mükemmeldi.Biz seyahatimize kısa sürede karar verdiğimiz için çok fazla otel seçeneğimiz olmadı. Fakat size tavsiyem şehir meydanına daha yakın bir otelde kalmak olurdu. Birazdan bahsedeceğim iki aktivitede de çokca yürüdüğümüz için akşamları meydana gidip gelmeye enerjimiz kalmadı ve bazen taksi kullanmak zorunda kaldık neyse ki taksiler ucuzdu :)

Öyleyse ben teker teker anlatmaya başlayayım;

Wieliczka Tuz madeni

Tura katılmaya karar vermeden önce şuna karar vermek gerekir; 3,5 kmlik bir yürüyüşe ve yerin 300m altına merdivenle inmeye hazır mıyım? Tabi ki de evet! Bu yüzden en rahat spor ayakkabılarınızı giymenizi ve yanınızda bir hırka veya kazak almanızı tavsiye ederim. Maden içinde sıcaklık ortalama 16-17 derece; yani serin, ferah bir tur:) Tabi bu arada inerken bile kasları zorlayan merdivenleri çıkarak tamamlamıyoruz turu. Yukarıya çıkarken asansörü kullanıyoruz. Asansör dediysem de aklınıza geniş, rahat bir asansör gelmesin;  9-10 kişinin ancak sığabildiği 2 ya da 3 katlı ( tam emin olamadım) dar bir asansörden bahsediyorum. Üstelik oldukça da hızlı.. Kendinizi  Charlie'nin Çikolata Fabrikasında'ki o her yöne gidebilen asansörde gibi hissetmeniz mümkün:)

Madene arabayla veya toplu taşıma ile gideceklere de biletlerinizi önceden almanızı öneririm aksi halde kuyruk beklemeniz çok yüksek bir ihtimal. Ayrıca şunu da belirteyim ki maden büyük ve karmaşık olduğu için  rehberle gezmek zorunlu. Yani ben kendi kendime gezerim deme şansınız yok. Benim gibi grupla hareket etmeyi sevmeyenleri üzecek bir durum ama çok da takılmayın tuzlu oksijeni solumanın keyfini çıkarın.

Madende fotoğraf çekmek 10 lira gibi bir ücret karşılığında serbest. Maden hakkında tarihi ve kültürel bilgileri turda bolca öğreneceğiniz için ben heyecanını kaçırmak istemiyorum. Sadece çektiğim bir kaç fotoğrafı paylaşıyorum.


Tuzdan yontularak yapılmış bir kilise


Bu resimdeki herşey tuzdan yapılmış, yerler bile!

Bu "Last Supper" biraz tuzlu olmuş olabilir.





Tuz madenini gezerken sizi bekleyen herşeyi anlatmaya çalıştım ama sanırım uyarılarda bulunmaktan;  güzelliğinden, bu geziye ve beraberinde gelecek kas ağrılarına kesinlikle değeceğinden bahsetmeyi unuttum. Gerçekten çok farklı ve şaşırtıcı bir deneyimdi. En basiti insan hayatında kaç kere bir tuz madenini gezme şansına sahip olur ki? Tuzdan yapılan heykeller , kilise ve Leonardo da Vinci'nin Son Akşam Yemeği Tablosu'nun üç boyutlu ve tuzdan yontularak yapılmış versiyonu benim unutamadıklarım arasında yerini aldı bile.

Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı

Biz tuz madenine gittiğimiz tur şirketi ile yaklaşık bir saat süren bir yolculukla kampa geldik. Aslında kampı tur rehberi olmadan da gezebiliyorsunuz, girişi de ücretsiz ama ben rehber ile gitmenizi tavsiye ederim. Tur iki aşamadan oluşuyor ilki Auschwitz toplama kampı, diğeri de arabayla 5 dk. uzaklıkta bulunan Birkenau.Doğruyu söylemek gerekirse ben Birkenau'ya gitmenizi tavsiye etmiyorum inanılmaz uzun bir yürüyüş yapmak gerekiyor ve o kadar yoruluyorsunuz ki bir noktadan sonra rehberin söylediklerini bile takip edemeyecek duruma geliyorsunuz. Bu şekilde gezi toplamda yaklaşık 6 saat sürüyor. Ve pek fazla yemek yeme şansınız olmuyor bu nedenle yanınıza ufak atıştırmalıklar almanızı öneririm. Dikkat etmeniz gereken başka bir önemli husus da A4 kağıdından büyük bir çantayla buraya girememeniz. Mesela ben sırt çantamı minibüste bırakmak zorunda kaldım. Giriş sırasında da pek çok kişinin çantasını emanete vermesi gerekti.

Anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. İnsanlık tarihinin en büyük utançlarından biri burası. Tam bir anlatılmaz, yaşanır deneyimi. Schindler's List, Life is Beautiful, Pianist,The Boy in the Striped Pjamas gibi çarpıcı filmlerle ve bir kaç belgesel ile burada yaşanan bazı gerçekleri ve  hikayeleri duymuştum. Çokça etkileneceğimi biliyordum ama görmek çok başka tabi ki. Eğer sizin bu filmlerden izlemedikleriniz varsa izleyip gitmenizi tavsiye ederim.

Auschwitz açık hava müzesini gezerken bazen gözleriniz doluyor, bazense bu vicdansızlık midenizi bulandırıyor. Beni en çok etkileyenlerden biri mahkum kadınların kesilmiş saçlarından oluşan devasa bölümdü. Kampa getirilen kadınların saçları endüstriye kazandırılması için kesilir ve onlardan kumaş,çorap yapımında yararlanılırmış.Fotoğrafını çekmek yasaktı ama pek çok yerde fotoğrafı var. Ben paylaşmak istemedim.Müzenin bir kaç bölümü dışında fotoğraf çekmek serbest. Ama kendinizi hikayelere, anlatılan acılara o kadar kaptırıyorsunuz ki fotoğraf çekmeyi unutuyorsunuz. İşte benim de çektiğim bi kaç kare.
Mahkumların Ayakkabıları

                        .


Mahkumların traş malzemeleri
Gaz odalarında kullanılan Zyklon B gazının kullanılmış boş kutuları 


Toplama kampı benim hayatım boyunca görüp, etkilendiğim yerler listesinde ilk sıralarda yerini aldı. İnsanlık tarihinin en büyük utançlarından biri elbette burası ama ne yazık ki dünyanın başka yerlerinde hala benzer acıları yaşayan insanlar var. İnsanoğlu hala savaşmaktan, işkenceden, ayrımcılıktan vazgeçmiş değil. Öleceğimizi bildiğimiz halde bu kavga neden diye düşünmeden edemiyor insan. Bana kalırsa herkesin görüp kendince dersler çıkarması gereken bir yer..

Tabi ki herşeye rağmen "Hayat Güzeldir"..

Bir sonraki yazıya kadar renkli kalın, tatil planlarınız hiç bitmesin (:



                                                                                                                   Haziran, 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Cruise Hikayesi : Harmony of the Seas

Bu yazımda eşimle birlikte çıktığımız cruise seyahatimizde deneyimlediklerimi ve nacizane tavsiyelerimi yazıyorum. Gittiğimiz şehirlerle ilgili tüyoları başka bir yazıda anlatacağım. Uzunca zamandır gitmek için gün saydığım bir haftalık cruise seyahati göz açıp kapayıncaya kadar geçip bitti bile. Henüz anılar tazeyken başkalarına da faydalı olabileceğini düşündüğüm bilgi ve deneyimlerimi paylaşmak istedim. Çünkü ben seyahate gitmeden önce yaptığım araştırmalarda işime yarayabilecek yazıları ne yazık ki tam anlamıyla bulamadım. En başından şunu söyleyebilirim ki bizim asla unutamayacağımız bir seyahat oldu. İmkanı olan, düşünen, kararsız kalanlara kesinlikle tavsiye ederim. Tabi artı ve eksi yönlerini bu yazımda anlatıyor olacağım.Şimdi gemiden bahsetmek istiyorum. Bizim seyahat ettiğimiz gemi Royal Caribbean firmasına ait olan Harmony of the Seas idi , ki kendisi şu aralar dünyanın en büyük yolcu gemisi ünvanına sahip. 6500 yolcu kapasitesi ve 2000 kişilik mürettebatıyla adeta yüz

Bir Kapadokya Masalı: Sacred House

Kapadokya ile ilgili eminim ki çok yazı yazılmıştır.  Dünyada eşi benzeri olmayan bir doğa harikası olduğundan kimsenin şüphesi yok tabii ki. Ben daha farklı bir deneyimden söz etmek istiyorum, bir otel deneyimi.. Elbette herkesin tatil anlayışı farklıdır, kimisi için otel odası sadece bir yataktan ibarettir, fazla detaya takınılmaz , önemli olan doğayı, turistik bölgeleri gezmektir. Pek tabi hepimizin asıl amacı yeni yerler görüp, deneyimlemek ama kalacağımız otel de bize ayrı bir heyecan katsa fena olmaz mı? İşte benim gibi bütçesi elverdiğince farklı otel arayışında olanlar için Ürgüp'te bulunan Sacred House mükemmel bir seçenek. 22 odalı butik bir otel olan Sacred House aslında 250 yıllık bir Rum konağı. Bu bile insanı biraz ürpertmiyor değil.. Kimbilir bu odada daha önce kimler yaşadı diye düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Sacred House'da her yer ince ince düşünülmüş detaylarla dolu. Otele girdiğiniz andan itibaren kendinizi başka bir zaman diliminde yaşıyor

Sakin Bir Avrupa Şehri : Pecs

Pecs pek çoğumuzun varlığından bi'haber olduğu, değeri pek bilinmeyen Avrupa şehirlerinden bir tanesi. Ben de eşimin bir iş seyahati sebebiyle onunla birlikte bu güzel şehri görme imkanına sahip oldum. Pecs çok sessiz, sakin, huzurlu bir şehir. Gezilecek, görülecek çok yer var. Çok zengin bir kültürel mirasa sahip. Zaten 2010 yılında Avrupa kültür başkentlerinden biri olarak seçilmiş. Macaristan'a gidenlerin çoğu doğal olarak başkent Budapeşte'yi tercih ediyor ama vakti olanlara ya da farklı rota arayışında olanlara Pecs'i de görmelerini şiddetle tavsiye ederim. Pecs küçük bir şehir ve yürüyerek her yeri gezebiliyorsunuz, burda geçirdiğim dört gün boyunca hiç toplu taşıma ya da taksi kullanma gereği duymadım. Pecs 15.yy'ın ortalarından itibaren yaklaşık 150 yıl boyunca Osmanlı hakimiyeti altındaymış. Günümüze kadar korunmuş bu döneme ait pek çok camii, hamam, türbe gibi yapıları şehri gezerken görmeniz mümkün. Pecs'i kültür başkenti yapan en önemli yapı da erk